Yazar "Güner, Gökçe Kurtulan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 5 / 5
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Applicability of the Rule on Bona Fides Acquisition of Moveables (TCC Art. 988) to Gratuitous Transfers(Marmara Üniversitesi, 2024) Güner, Gökçe KurtulanPursuant to Article 988 of the TCC, a person who takes possession of a moveable in good faith in order to become its owner is protected therein even if the moveable was entrusted to the transferor without any authority to effect the transfer. The rule does not explicitly embody a condition that such transfer shall be made for value. For this reason, the prevailing view in the Turkish legal doctrine is that such bona fide acquisitions should be protected even if they are made without consideration. Although the semantics and historical interpretation of the relevant provision supports this view, considering the various other rules regarding gratuitous acquisitions in our law, the purpose of the rule and the related comparative law data, making a teleological reduction and limiting the scope of the provision to transfers for value is considered appropriate.|TMK m. 988 uyarınca, bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden iyi niyetle yapılan kazanımlar, devreden kişinin tasarruf etkisinin eksikliği adeta onarılarak geçerli kabul edilir. Düzenlemede kazanımların ivazlı olup olmamasına göre bir ayrıma rastlanmamaktadır. Bu nedenle Türk hukuku öğretisindeki hâkim görüş, emin sıfatıyla zilyetten yapılan kazanımların ivazsız dahi olsalar korunması gerektiği yönündedir. İlgili düzenlemenin lafzi ve tarihsel yorumu bu görüşü destekler nitelikte olsa da hukukumuzda karşılıksız kazandırmalara ilişkin muhtelif hükümler, düzenlemenin amacı ve karşılaştırmalı hukuk verileri dikkate alındığında, hükmün teleolojik redüksiyona tâbi tutularak ivazlı kazanımlara hasredilmesi yerinde gözükmektedir.Öğe AVRUPA BİRLİĞİ TÜKETİCİ HUKUKUNDA YENİ BİR AYRIM: DİJİTAL İÇERİK VE HİZMETLER İLE DİJİTAL UNSURLU MALLAR(2022) Güner, Gökçe Kurtulan; Atamer, Yeşim M.Avrupa Birliği’nde 2019 yılında kabul edilen ve 2022 yılı itibariyle Üye Devletlerin iç hukuk sistemlerine aktarılan 2019/770 sayılı Dijital İçerik ve Hizmet Yönergesi ile 2019/771 sayılı Satım Yönergesi ile tüketici hukukunda yeni bir ayrım ortaya çıkmıştır. Buna göre maddi bir taşıyıcıda sunulsa dahi dijital içerik ve hizmetlerin 2019/770 sayılı Yönerge’nin konusunu, gömülü dijital içeriğe sahip olan dijital unsurlu malların, diğer bir deyişle akıllı malların ise 2019/771 sayılı Yönerge’nin konusunu teşkil ettiği kabul edilmiştir. Her iki Yönerge de konu itibariyle uygulama alanlarına giren sözleşmeler bakımından ifanın sözleşmeye uygunluğu, sözleşmeye aykırılık durumunda tüketicinin sahip olduğu talepler ve bu taleplerin ne şekillerde kullanılacağına ilişkin kurallar getirmektedir. Bu açıdan epey benzer bir yapı üzerine kurulu olan bu düzenlemelerin beraberinde getirdiği kurallar ise birkaç önemli noktada ayrışmaktadır. Bu nedenle aslında birbiriyle sıkı bir ilişki içinde olan Yönergelerin konu itibariyle kapsamlarının doğru bir şekilde belirlenmesi önem arz etmektedir. Bu çalışmada öncelikle Yönergelerin beraberinde getirdiği hukuki çerçeve genel olarak ele alınmış, ardından bahsi geçen ayrım açısından kilit kavramlar olan dijital içerik ve dijital unsurlu mal kavramları incelenmiştir.Öğe PROJE FİNANSMANI BAĞLAMINDA YAPILAN PAY REHNİ SÖZLEŞMELERİNDE YER ALAN MÜDAHALE (STEP-IN) KLOZLARI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER(2020) Şerbetcioğlu, Damla Keskin; Güner, Gökçe KurtulanProje finansmanı bağlamında yapılan kredi sözleşmelerinden doğan borcuteminat altına almak amacıyla uygulamada genellikle kreditörler lehine projeşirketinin payları üzerinde rehin tesis edildiği ve söz konusu rehin sözleşmelerinde,proje şirketinin kredi sözleşmesinden kaynaklanan borcunu ifa etmede temerrüdedüşmesi hâlinde rehin alan alacaklının proje şirketinin yönetimine müdahale etme(step-in) hakkına sahip olacağının hükme bağlandığı görülmektedir. Bu çalışmadastep-in haklarının oy hakkının kullanılmasına ilişkin bir temsil yetkisi üzerindenverildiği yapı esas alınmış ve bu yapının beraberinde getirdiği temsil yetkisinin gerialınabilirliği ve oy hakkının kullanılması durumunda talimatlarla bağlılık hukukimeseleleri incelenmiştir. Kanımızca temsil yetkisinin, karşılaştırmalı hukuk verileride dikkate alındığında, step-in haklarında olduğu gibi temsilcinin menfaatinin de öneçıktığı ilişkilerde geri alınamaz şekilde düzenlenmesinin mümkün olduğunun kabuledilmesi isabetlidir. Benzer yönde, bu yetkiyi içeren sözleşmelere vekalet sözleşmesihükümleri kıyasen uygulansa da vekilin talimatlarıyla bağlılığa ilişkin kuralın step-inyapısını kuran sözleşmelere uygulanmaması gerekmektedir. Öte yandan, bu tartışmalıhususların kreditörler açısından bir risk unsuru olduğunu söylemek mümkündür. Bunedenle çalışmanın son bölümünde bu tartışmaları bertaraf etmek amacıyla, projeşirketinin payları üzerinde rehin ile eş zamanlı olarak bir intifa hakkı kurulmasıalternatif bir step-in modeli olarak sunulmuştur.Öğe TÜRK-İSVİÇRE HUKUKUNDA GÜVEN SORUMLULUĞU - KAVRAMIN GELİŞİMİ VE ELEŞTİRİSİ -(Dokuz Eylul University, 2024) Güner, Gökçe KurtulanGüven sorumluluğu, temelini dürüstlük kuralında bulan, haksız fiil ve sözleşmesel sorumluluk ikiliği dışındaki gri alanda yer alan bir kavramdır. Kavram, ilk olarak Alman hukukunda ortaya çıkmış, Alman hukukundaki bu gelişmeler zaman içinde Türk-İsviçre öğretisinde ve yargı kararlarında da yansımalarını bulmuştur. İsviçre Federal Mahkemesi 1994 yılında verdiği meşhur Swissair kararıyla birlikte yeni bir sorumluluk temeli olarak güven sorumluluğunu ilk defa kabul etmiştir. Yargıtay da özellikle 2010 yılından beri verdiği bir dizi kararla güven sorumluluğu adı altında ayrı bir sorumluluk temelini kabul etmiş, bunun için aranan şartlar da zaman içinde belirginleşmiştir. Güven sorumluluğu Türk pozitif hukukunda da kendine yer bulmuş ve Türk Ticaret Kanunu’nun 209. maddesiyle şirketler topluluğu özelinde güven sorumluluğu ayrıca düzenlenmiştir. Mahkeme kararlarıyla bahsi geçen hukuk sistemlerinde kendine bir yer edinen güven sorumluluğuna ilişkin olarak dile getirilen eleştirileri temel olarak üç gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan ilki teorinin dogmatik kökenlerine ve bu teorinin Türk-İsviçre hukuk sistemiyle uyum içinde olmadığına ilişkindir. İkinci temel eleştiri sorumluluğun sınırlarının genişliğine ve silikliğine, bir diğer eleştiri ise sonuçlarının belirsizliğine ilişkindir. Bu çalışmada güven sorumluluğunun gelişimi ve temel unsurları incelenmiş, söz konusu eleştiriler Türk hukuku özelinde değerlendirilmiştir.|Reliance liability is a concept that finds its basis in the rule of bona fides and is located in the gray area outside the dichotomy of tort and contractual liability. The concept first emerged in German law, and these developments in German law found their reflections in Turkish-Swiss doctrine and jurisprudence over time. With its famous Swissair decision dated 1994, the Swiss Federal Court acknowledged for the first time the reliance liability as a new basis of liability. The Turkish Court of Cassation has also accepted the reliance liability as a separate basis of liability with a series of decisions, especially since 2010, and the conditions required therefor have become clearer over time. Reliance liability has also found its place in Turkish positive law with the introduction of Article 209 of the Turkish Commercial Code, which specifically regulates the reliance liability within the context of corporate groups. It is possible to categorize the criticisms put forward against the concept of reliance liability into three groups. The first one is related to the dogmatic origins of the theory and its incompatibility with the Turkish-Swiss legal system. The other main criticisms are related to the breadth and vagueness of the limits of the liability, and to the uncertainty of its consequences. In this study, the development and the basic elements of reliance liability are analyzed, and such criticisms are evaluated in the context of Turkish law.Öğe Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu ile İmalatçının Sorumluluğu Konusu Türk Hukuku Açısından Çözülmüş müdür?(2021) Güner, Gökçe Kurtulan; Atamer, Yeşim M.Pozitif hukukumuza ilk defa mülga (4077 sayılı) Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 2003 yılında değiştirilen 4. maddesi ve buna dayanılarak çıkarılan bir Yönetmelik'le tartışmalı bir giriş yapan ancak 2014 yılında yürürlüğe giren (6502 sayılı) Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'da açıkça düzenlenmeyen imalatçının sorumluluğu kavramı, 2021 yılında yürürlüğe giren 7223 sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu'yla tekrar yasal bir temele kavuşturulmuştur. İlgili Kanun ile Avrupa Birliği'nin hem 1985 tarihli İmalatçının Sorumluluğu Yönergesi (85/374/EEC), hem de 2001 tarihli Ürün Güvenliği Yönergesi (2001/95/EC) iç hukukumuza aktarılmaya çalışılmıştır. Ancak Devlet'in piyasaya sürülecek ürünlerin asgari standartları tutması konusunda beklentilerini ortaya koyan ve imalatçılar üzerinde sürekli bir idari denetimin de ön koşulunu oluşturan ürün güvenliği kurallarıyla, ürünün piyasaya sürülmesinden sonra ortaya çıkan, ürün güvenliği kurallarıyla engellenemeyen artık riskin bir zarar doğurması durumunda bunun tazminini hedefleyen imalatçının sorumluluğu kurallarının aynı Kanun'da düzenlenmiş olması beraberinde birtakım uyumsuzlukları getirmiştir.Bu çalışmada ilgili Kanun uyarınca imalatçının sorumluluğuna ilişkin esaslar değerlendirilerek Kanun'un tartışmalı sayılabilecek bazı hükümlerinin nasıl anlamlı bir şekilde yorumlanabileceğine dair öneriler getirilmiş ve Kanun'un güncel gelişmeler karşısında eksik kaldığı yönlerine işaret edilmeye çalışılmıştır.